30 Mart 2007

Kadına dayak (Nisa 34)

Nisa 34. Er ricalü kavvamune alen nisai bi ma faddalellahü ba'dahüm ala ba'dıv ve bi ma enfeku min emvalihim fes salihatü kanitatün hafizatül lil ğaybi bi ma hafızallah vellatı tehafune nüşüzehünne fe ızuhünne vehcüruhünne fil medaciı vadribuhünn fe in eta'neküm fe la tebğu aleyhinne14 sebıla innellahe kane aliyyen kebıra.

Türkçe tercümesi:(Diyanet)

Nisa 34. Allah'in kimini kimine ustun kilmasindan oturu ve erkeklerin, mallarindan sarfetmelerinden dolayi erkekler kadinlar uzerine hakimdirler. İyi kadinlar, gonulden boyun eğenler ve Allah'in korunmasini emrettigini, kocasinin bulunmadigi zaman da koruyanlardir. Serkeşlik etmelerinden endiselendiginiz kadinlara ogut verin, yataklarinda onları yalniz birakin, nihayet dövün Size itaat ediyorlarsa aleyhlerine yol aramayin. Dogrusu Allah Yuce'dir, Buyuk'tur.

Prof.Dr.Süleyman Ateş

Nisa 34. Allah, insanları birbirinden üstün kıldığı ve mallarından harca(yıp kadınların geçimini sağla)dıkları için erkekler, kadınlar üzerinde yöneticidirler. Bundan dolayı iyi kadınlar itaatkar olup, Allah'ın kendilerini korumasına karşılık (Allah'in kendilerine verdiği başarı ile) gizliyi korurlar (kocalarına asla ihanet etmezler). Hırçınlık etmelerinden korktuğunuz kadınlara öğüt verin, yataklarda onlara sokulmayın, dövün. Eğer size itaat ederlerse onların aleyhine başka rol aramayın. Allah yücedir, büyüktür.

Türkçe tercümesi:(Yaşar Nuri Öztürk, Kuran-ı Kerim Meali (Türkçe Çeviri), Hürriyet Ofset, 1994 baskısı)

Erkekler, kadınları gözetip kollayıcıdırlar. Şundan ki Allah, insanların bazılarını bazılarından üstün kılmıştır ve erkekler mallarından bol bol harcamışlardır. İyi ve temiz kadınlar saygılıdırlar. Allah'ın kendilerini koruduğu gibi, gizliliği gereken şeyi korurlar. Sadakatsizlik ve iffetsizlikleinden korktuğunuz kadınlara önce öğüt verin, sonra onları yataklarında yalnız bırakın ve nihayet onları evden çıkarın/bulundukları yerden başka yere gönderin/onları dövün. Bunun üzerine size saygılı davranırlarsa artık onlar aleyhine başka söz aramayın. Allah çok yücedir, sınırsızca büyüktür.

Türkçe tercümesi:(Yaşar Nuri Öztürk, Kuran-ı Kerim Meali (Türkçe Çeviri), 64.Baskı, Yeni Boyut, Istanbul 1999 baskısı)

Nisa 34. Erkekler; kadınları gözetip kollayıcıdırlar. Şundan ki, Allah, insanların bazılarını bazılarından üstün kılmıştır ve erkekler mallarından bol bol harcamışlardır. İyi ve temiz kadınlar saygılıdırlar; Allah'ın kendilerini koruduğu gibi, gizliliği gereken şeyi korurlar. Sadakatsızlık ve iffetsizliklerinden korktuğunuz kadınlara öğüt verin, sonra onları yataklarında yalnız bırakın ve nihayet onları evden çıkarın/bulundukları yerden başka yere gönderin! Bunun üzerine size saygılı davranırlarsa artık onlar aleyhine başka bir yol aramayın. Allah çok yücedir, sınırsızca büyüktür.

Elmalılı Hamdi Yazır

Nisa 34- Erkekler, kadın üzerine idareci ve hakimdirler. Çünkü Allah birini (cihad, imamet, miras gibi işlerde) diğerinden üstün yaratmıştır. Bir de erkekler mallarından (aile fertlerine) harcamaktadırlar. İyi kadınlar, itaatkar olanlar ve Allah'ın korunmasını emrettiği şeyleri kocalarının bulunmadığı zamanlarda da koruyanlardır. Fenalık ve geçimsizliklerinden korktuğunuz kadınlara gelince: Önce kendilerine öğüt verin, yataklarından ayrılın. Bunlar da fayda vermezse dövün. Eğer size itaat ederlerse kendilerini incitmeye başka bir bahane aramayın. Çünkü Allah çok yücedir, çok büyüktür.

--------------
Evet öncelikle bu yukarıdaki meallerin iyice bir okunmasını istiyorum sizden. Görüleceği gibi Diyanet, Prof. Süleyman Ateş, Y.Nuri ve Elmalılı gibi önemli isimlerin çevirilerinde (ki aslında bütün Kuran meallerinde bu böyledir) ayette "eşini dövme" tam olarak vurgulanmıştır. (Her ne kadar Y.Nuri Öztürk sonradan dönsede bu çeviriden ama o da başka bir meseledir çünkü bu hocamızın Kuran'ı çağa uydurmak gibi bir sorunu var, tabii Edip Yüksel de öyle)

Şimdi hemen hemen bütün meallerde durum bu iken burada nasıl olurda bazı arkadaşlar konuya itiraz edierler mesnetsiz bir şekilde anlamak mümkün değildir. Yani bu arkadaşlar kendilerini Elmalılı'dan, S.Ateş'den, Diyanetten vb. daha fazla mı "alim" zannederler ?

Şimdi bu "idribuhunne" fiilinin kökü olan "DaRaba" kelimesi Kuran'da aşağıdaki anlamlarda kullanılıyor.
Seyyahat etmek, dışarı çıkmak (Bakara 273, Ali İmran 156 vb..)
Yol açmak (Taha 77)
Uzaklaştırma (Zuhruf 5)
Yüze ve sırta vurmak (Enfal 50, Muhammed 24)
Elle vurmak (Saffat 93)
Bir aletle vurmak (Bakara 60, Araf 160, Şuara 63, Sad 44)
Boyun ve parmaklara vurup uçurmak (Enfal 12)
Dövmek, (Nisa/34, Enfal 50, Muhammed 27, Nur 2)
Ortaya koymak (43/58, (47/27)
Misal vermek (İbrahim 24,25, Nahl 75,76, Rum 28 vb.)
Mühürlemek, damgalamak (Bakara 61, Kehf 11)

Bir de Nisa 34 ile ilgili ilave olarak "nüşuz" kelimesini (ki bu ayeti anlama konusunda kritik bir kelime) Elmalılı ile anlayalım :
NÜŞÛZ: Aslında lugatte yükseklik ve tümseklik mânâsından alınarak kadının kocasına kafa tutup baş kaldıracak bir durum almasıdır ki, sözde kendisini yüksek sayıp itaatını ortadan kaldırmış olur. Bunu açıklamak için büyük müfessirlerden şu açıklamalar yapılmıştır: Kadının nüşûzu kocasına isyan etmesi (İbnü Abbas), koku sürünmemesi, kocasını birleşmekten men etmesi, önceleri kocasına yaptığı muameleyi değiştirmesi (Ata), kocasından hoşlanmaması (Ebu Mensur), kocasının şer'î mesken olarak belirlediği konutta beraber oturmaktan kaçınıp onun istemediği bir yerde oturmasıdır (denilir) ki, bu mânâlar az çok birbirlerine yakındırlar.
Böyle bir durum karşısında önce bunlara vaaz ve nasihat ediniz. İkinci olarak onların yataklarından ayrılın. Üçüncü olarak onları hafifçe ve kusur bırakmayacak bir şekilde biraz dövünüz."

------

İlginç olan şudur ki; günümüz İslam reformistleri (Y.Nuri Öztürk, Edip Yüksel vb.) bu "nüşuz" fiilini kadının kocasına karşı sadakatsizliği, başka erkeğe göz koyma, kin duyma vb. daha ağır bir durum olarak yorumlama konusunda çok ısrarlı olmaları. Yani "sadaakatsizlik" ve "iffetsizlik" olarak çevrilmesi onlar için pek uygun düşüyor çünkü bu durumda kocasına sadakatsizlik yapmasından endişe edilen kadına (ki burasını anlamak mümkün değil, nasıl olur bu anlamış değilim, anlayan varsa beri gelsin çünkü önce öğüt verin sonra yatakta yalnız bırakma sonrada evden uzaklaştırma şeklinde ki bir sıralama durumu sadece bir 'endişe' ile ilgili olabilir mi ? Yani adam karısından endişeleniyor, daha doğrusu kendisini boynuzlamasından korkuyor ve bu yüzden ona öğüt veriyor, sonra yatakta yalnız bırakıyor sonrada evden uzaklaştırıyor ??? Hani öğüt vermesini anlarımda sonraki ikisi bir ceza niteliğinde yani fiili bir durum olması lazım ama burada sadece bir boynuzlanma korkusu var) "uzaklaştırma" cezası vermek daha akla yatkın gibi duruyor. Böylelikle idrebuhunne "evden çıkartma", "uzaklaştırma" anlamında kullanılarak anlamı yumuşatılmak isteniyor.

Yani "idribuhunne"nin anlamının yumuşatılması için "nüşuz"un anlamı sertleştiriliyor da diyebiliriz.

Şimdi biliyorsunuz ki Nur 2 de zina suçunun cezası kesin olarak belirlenmiştir :

Nur 2- Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun; Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah dini(ni tatbik) hususunda sizi sakın acıma duygusu kaplamasın! Müminlerden bir grup da onlara uygulanan cezaya şahit olsun.

Yani Nisa 34'de kastedilen ceza fiili bir "iffetsizlik/sadaakatsizlik" üzerine bina edilmiş bir ceza değildir çünkü öyle olsa yüz sopa cezası alırdı kadın. Lakin bizim reformist dincilerimiz nedense bu "nüşuz" kelimesine yukarıda Elmalılı'nın açıklamalrında bahsedilmeyen "Sadakatsizlik ve iffetsizlikleinden korktuğunuz kadınlara" anlamını yükleyerek ilginç bir durum hasıl etmişler.

Şöyle ki :

Eğer ortada ki suç fiili bir sadaakatsizlik değilse (ki bunun cezasını Nur 2 düzenlemiştir) bu saadakatsizlik korkusudur veya sadaakatsizlik üzerine binaa edilmiş şüpheler vardır kocanın aklında.

Yani koca karısının sadaakatsizliğinden endişe/şüphe etmekte buna binaen sıralamalı yaptırım uygulamaktadır .

Nedir bunlar ?

1. Önce öğüt veriyor

2. Yatağından ayrılıyor

3. En sonrada (evden) uzaklaştırıyor

Şimdi soruyorum bu Nisa 34 deki "DaRaBa"fiilini "uzaklaştırma" olarak tercüme eden reformistlere : Fiili bir durum olmadan yaptırım uygulanamayacağına göre ve sadaakatsizlik gibi ağır bir fiili suçun cezası Nur 2 deki yüz değnek ise ve burada 'sadaakatsizlik' anlamında fiili bir durum olmadığı açıkça belli iken) o halde nasıl olurda böyle somut yaptırımlar sadece endişe/şüphe/ihtimal üzerine uygulanıyor?

Koca karısının kendisini aldattığından şüpheleniyor ve önce ona öğüt veriyor ve "beni aldatma olur mu ?"diyor, sonra da endişeli durum yani kadının kocasını aldatma ihtimali bütün ağırlığı ile devam ediyor ve bu "ihtimal" karşısında koca yatağını ayırıyor ama o da olmuyor sadece bir ihtimal veya şüphe üzerine kadını (evden) uzaklaştırıyor...

İklincisi "daraba" fiili Kuran'da aşağıda verdiğim örnek ayetlerde görüleceği gibi çoğunlukla (darp etme, vurma, dövme) anlamlarında kullanılıyor.

Yüze ve sırta vurmak (Enfal 50, Muhammed 24)
Elle vurmak (Saffat 93)
Bir aletle vurmak (Bakara 60, Araf 160, Şuara 63, Sad 44)
Boyun ve parmaklara vurup uçurmak (Enfal 12)
Dövmek, (Enfal 50, Muhammed 27, Nur 2)

Tabii her fiili gibi onunda bir çok anlamı var ama hangi anlamda kullanıldığı tamamıyla cümlelerin bağlamı ile ilgilidir. Yoksa şu ayette "misal vermek" anlamında kullanılmıştır o halde burada da "misal vermek"tir diyemezsiniz veya şu ayette "uzaklaştırma" anlamında kullanılmıştır burada da "uzaklaştırma" anlamındadır diyemezsiniz. Böyle bir mantık olsa olsa şark kurnazlığı sınıfına girer.

Mesela Türkçe'den örnek verelim "vurmak" fiili ile ilgili :

--Sabaha karşı yola vurduk...
--Sabah uyandığımda güneş yüzüme vuruyordu...
--O kadar yorulmuştu ki bitkinlik yüzüne vurmuştu...
--Karısına acımasızca vuruyordu...
--Kapıya vurmadan girmeyiniz. vb.

Şimidi bir akl-ı evel çıkıpta kardeşim "Karısına acımasızca vuruyordu" cümlesinde ki "vurmak" fiili "güneş yüzüne vuruyordu" cümlesinde ki "vurmak" fiili gibi kullanılıyordu diyemez veya " Vurmak' fiili Türkçe'de çok farklı anlamlarda kullanılmıştır o yüzden diğer cümlelerdeki anlamına da bakalım" diyemez ve derse ona akıllı bir adam demezler çünkü bu tip farklı anlamlarda kullanılan kelimelerin orada, o cümle içinde bu farklı anlamlardan hangisi için kullanıldığına diğer cümlelerde ki anlamına bakılarak karar verilemez, yapılması gereken cümlenin bağlamına, gelişine bakmaktır veya o kelimenin cümle içinde hangi diğer kelime üzerinde vurgu yaptığına bakmaktır, böyle şark kurnazlıkları dil biliminde sökmez ve kimseyi kandıramazsın olsa olsa kendini küçük düşürürsün bu tip kurnazlıklar ile...

Mesela "misal vermek" anlamındaki "daraba" fiili "darabellahü meselen" bağlamında kullanulmıştır, yani "Allah'ın misal vermesi" (burada meselen = misal bu kelimede Türkçe'ye Arapça'dan geçmiştir ve "darabe" burada "vermek" anlamındadır) ve şu ayetlerde bu geçer :

İbrahim suresi (14/24) :Elem tera keyfe darabellahü meselen kelimeten tayyibeten ke şeceratin tayyibetin aslüha sabitüv ve fer'uha fis sema

Türkçesi -- Allah'ın sana nasıl misal verdiğine bir baksana; güzel bir söz, kökü sağlam, sabit, dalları gökte güzel bir ağaç gibidir.

Nahl suresi (16/75) : Darabellahü meselen abdem memlukel la yakdiru ala şey'iv ve mer razaknahü minna zirkan hasenen fe hüve yünfiku minhü sirrav ve cehra hel yestevun elhamdü lillah bel ekseruhüm la ya'lemun

Türkçesi-- Allah hiçbir şeye gücü yetmeyen bir köle ile, kendisini tarafımızdan güzel bir rızıkla rızıklandırıp, ondan gizli ve açık harcayan (hür) kimseyi misal verir; bunlar eşit olur mu ? Allah'a hamd olsun. Ne var ki insanların çoğu bilmezler.

Nahl suresi (16/76): Ve darabellahü meseler racüleyni ehadühüma ebkemü la yakdiru ala şey'iv ve hüve kellün ala mevlahü eynema yüveccihhü la ye'ti bi hayr hel yestevı hüve ve mey ye'müru bil adli ve hüve ala sıratım müstekıym.

Türkçesi---Allah yine iki adamı misal veriyor: Biri dilsizdir, hiçbir şeye gücü yetmez, efendisine ağırlık veren bir yüktür; nereye yöneltip gönderse, hiçte hayır ile gelmez; bununla adaletle emreden ve dosdoğru yol üzerinde bulunan kimse hiç eşit olur mu ?

Nahl suresi (16/112)- Ve darabellahü meselen karyeten kanet aminetem mutmeinnetey ye'tıha rizkuha rağadem min külli mekanin fe keferat bi en'umillahi fe ezakahallahü libasel cuı vel havfi bima kanu yasneun

Türkçesi-- Allah size güven içinde gönülleri huzur ile yatışmış bir kasaba halkını misal veriyor: Rızıkları her yandan bol ve rahatça geliyordu. buna rağmen onlar allah'ın nimetlerine karşı nankörlük ettiler; Allah da o yaptıklarına karşılık onlara açlık ve korku elbisesini tattırdı.

Bunun dışında misal vermek anlamında kullanıldığı ayetler Kehf suresi 32 ve 45 dir.

Yani buralarda bu fiil "misal vermek" olarak kullanılmıştır.

Ama şu ayetlerde "vurmak/dövmek" anlamındadır.

Enfal 50- Ve lev tera iz yeteveffellezıne keferul melaiketü yadribune vücuhehüm ve edbarahüm ve zuku azabel harıyk

--Melekler, o kâfirlerin yüzlerine ve sırtlarına vura vura ve "Tadın bakalım cehennem azabını!" diye diye canlarını alırken hallerini bir görmeliydin.

Saffat 93. Ferağa aleyhim darbem bil yemın

--İyice yanlarına sokulup sağ eliyle bir darbe indirdi.]

Enfal 12. İz yuhıy rabbüke ilel melaiketi ennı meaküm fe sebbitüllezıne amenu seülkıy fı kulubillezıne keferur ru'be fadribu fevkal a'nakı vadribu minhüm külle benan

İşte o vakit, ey Muhammed! Rabbin meleklere şöyle vahyediyordu: Ben sizinle beraberim, yani yardımım ve inayetim, imdadım ve muvaffakiyetim sizinle beraberdir. Şu halde, ey meleklerim, iman edenleri tespit ediniz, ayaklarını kaydırmayıp, dimdik ayakta kalmalarını sağlayınız. Yakında Ben kâfir olanların kalblerine korku salacağım, o zaman hemen boyunlarının üstüne vurunuz, ve onların parmaklarına kadar her taraflarına vurunuz.

Bakara 60. Ve izisteska musa li kavmihı fe kulnadrib bi asakel hacer fenfecerat minhüsneta aşrate ayna kad alime küllü ünasim meşrabehüm külu veşrabu mir rizkıllahi ve la ta'sev fil erdı müfsidın.

- Hani bir zamanlar Musa, kavmi için su istemişti, biz de "asanla taşa vur!" demiştik, bunun üzerine o taştan on iki pınar fışkırmıştı. Her kısım insan kendi su alacağı yeri bildi. Allah'ın rızkından yiyin ve için de bozgunculuk ve saldırganlık yaparak yeryüzünü fesada vermeyin.

Bakara 73. Fe kulnadribuhü bi ba'dıha kezalike yuhyillahül mevta ve yürıküm ayatihı lealleküm ta'kılun.

-- İşte bundan dolayı, o sığırın bir parçası ile o ölüye vurun, dedik. Allah ölüleri işte böyle diriltir ve size âyetlerini gösterir, belki aklınızı başınıza toplarsınız.

"Uzaklaştırma/uzak tutma" anlamında da bir ayette kullanılmıştır

Zühruf 5. E fe nadribü ankümüz zikra safhan en küntüm kavmem müsrifın.

--Siz haddi aşan bir toplumsunuz diye, o Kuran uyarısını sizden uzak mı tutalım ?

Görüldüğü gibi bir fiilin hangi anlamda kullanıldığını diğer ayetlerdeki anlamı belirlemez. O fiilin ayet içindeki cümle bağlamı ve vurgu yaptığı diğer kelimelerden anlaşılabilinir bizim gibi o dile yabancı olanlar için ama ana dili Arapça olanlar için böyle bir çözümleme yapmak bile gerekli değildir, adam okur ve anlar o kadar aynı bizim "güneş yüzüne vurdu" cümlesindeki "vurmak" fiilini rahatlıkla ve hiç bir yoruma ihtiyaç duymadan anlamamız gibi. Yani bunlar bütün tefsircilerin bugüne kadar üzerinde bir tartışmaya girmedikleri ayetlerdir aslında ve bugünde bunun farklı anlamda yani (uzaklaştırma) anlamında kullanıldığını söyleyen bir tek Prof.Y.Nuri Öztürk ve Edip Yüksel vardır bunların haricinde kimse, hiç bir İslam "alimi" özellikle de S.Arabistan,Mısır, Katar vb ülkelerin alimleri bunu savunmaz.

İşte Arap mealicilerin ingilizce çevirilerinden bir kaç örnek:

Muhammed Asad :
And as for those woolen whose ill-will" you have reason to fear, admonish them [first]; then leave them alone in bed; then beat them ;4s and if thereupon

Mahmud Y. Zayid :
And as for those woolen whose ill-will" you have reason to fear, admonish them [first]; then leave them alone in bed; then beat them ;4s and if thereupon

Ahmet Raza Khan
"...the women from whom you fear disobedience, (at first) advise them and (then) do not cohabit with them, and (lastly) beat them; then if they obey you, do not seek to do injustice to them; indeed Allah is Supreme, Great."

Görüleceği gibi yalnızca bizimkiler değil dünyanın dört bir yanında Müslüman meal yazarları da "onları dövün" diyerek çevirmişlerdir bu ayeti.

Ama tabii siz "reformistler" daha iyi bilirsiniz ona ne şüphe?

Ayetin nüzul (iniş) sebebi ile ilgili olarak Prof. S. Ateş'den anlatalım konuyu:

"Ayetin iniş sebebine gelince : İbn Mürdeveyh'in Hz. Ali'den nakline, Taberi ve İbn Ebi Hatim'in de mürsel olarak zikrettiklerine göre ensardan birisi, karısına şiddeli bir tokat vurmuş, kadının babası kızını Allah'ın resulüne getirmiş:

-Ya Resulullah, bunu kocası , ensardan falan adamdır. Kızımı dövdü, vurduğu tokatın izi, hala kızın yüzünde duruyor, demiş

Allah'ın Resulü de kadına, kısas yapmasını (kendisininde kocasına bir tokat vurmasını) emretmiş, sonra da :

-Hele biraz sabret bakalım, demiş.

İşte o zaman: "Erkekler, kadınlar üzerinde yöneticidirler..." ayeti inmiş. Bunun üzerine Hz.Peygamber (s.a.v.) :"Biz bir şey istedik, Allah başka bir şey istedi. Allah'ın istediği daha hayırlıdır. " deyip kısas emrini kaldırmıştır.

(İslama İtirazlar ve Kuran'ı Kerim'den Cevaplar S.458)

Anlaşılan o dur ki; başlangıçta kocasından dayak yiyen kadının yanında yer alan Muhammed sonra kadının kocasını dinlemiş ve kocasından kadının oldukça fazla "şirretlik" yaptığını öğrenince ayeti de hem o koca lehine hem de bütün kocalar lehine olacak şekilde indirmiştir.

Bu ayetin başka bir özelliğide erkeğin kadın üzerindeki otoritesini ve yöneticiliğini açık bir şekilde ifade etmiş olmasıdır.

Bu da bu iki kelime ile vurgulanmıştır.

KAVVAM ve İNFAK.

Kavvam; işleri selahiyetle yöneten, maiyetindekileri idare eden, yüklendiği görevi yerine getiren demektir.

İnfak ise; mal ve parayı belli konularda, meşru sınırlar içinde harcamak, ticari konularda revaç bulacak bir yöntem uygulamak demekti.

Bir de unutmadan söyleyeyim : İfk olayında Aişe'ye zina suçu atfedilmiş ve Muhammed de olay açıklığa kavuşuncaya kadar onu babası Ebu Bekir'in evine göndermiştir ama bu ayetin iniş sebebi bu olay değildir. Bu olay sadece eğer "zina endişesi" var ise aynı bu Aişe olayında olduğu gibi "uzaklaştırma" olmalıdır, şeklinde bir yorum çıkartığı bu ayetinde bu şekilde geliştiğinin yani "zina endişesine" karşı kocanın alması gereken tedbirlerden bahsettiği vurgulanmaktadır reformistlerimiz tarafından.

Halbuki bu ayette "zina" ile ilgili veya "zina şüphesi" ile ilgili bir hüküm mevcut değildir. Söz konusu kelime yani "nüşûz" kadının kocasına isyan etmesi (İbnü Abbas), koku sürünmemesi, kocasını birleşmekten men etmesi, önceleri kocasına yaptığı muameleyi değiştirmesi (Ata), kocasından hoşlanmaması (Ebu Mensur), kocasının şer'î mesken olarak belirlediği konutta beraber oturmaktan kaçınıp onun istemediği bir yerde oturması vb. zina veya zina şüphesi dışındaki anlamlarda kullanılır. Burda söz konusu olan genel anlamda kocaya itaatsizliktir. Ayrıca S.Ateş'ten yukarıda alıntıladığımız "nüzûl (iniş) sebebi de bunu doğrulamaktadır zaten.

Neyse, S. Ateşten Nisa 34 ile ilgili alıntılar ile devam edelim yine :

"Şüphesiz dövmek sert bir metodtur. Fakat bazen buna mecbur kalınabilinir. Ayet, insan tabiatına uygun yolları göstermiştir. Kadını eğitmek, yola getirmek için önce yumuşak metotlar kullanılır. Genellikle insanlar güzellikten, iyilikten hoşlanırlar. Ama iyilikten anlamayan, adeta dayağı ihtiyaç gibi hisseden kadınlarda yok değildir. İşte öylelerini yola getirmenin son çaresi dayak olmaktadır.

Nush ile yola gelmeyeni etmeli tekdir,
Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir !

(İslama İtirazlar ve Kuran-ı Kerim'den Cevaplar-S. 456-457)

Bir de Y.Nuri Öztürk hocamızdan bir alıntı yapalım :

"Yani Nisa 34. ayette kadının dövülmesi vardır desek bile bu, kocanın karısını dövmesi ilkelliğine gerekçe yapılamaz. Kadın, din emri (!) olarak dövülecekse bunu ilgili kamu görevlileri yapacaktır" (İslam Nasıl Yozlaştırıldı S.343)

İlginçtir ama kitabın ilk sayfasına da "Cumhuriyetin 77. Yılına Armağan" diye yazmış hocamız...

---------------

Bütün bu anlatımlarımızdan da görüleceği gibi Kuran'da Nisa 34. ayette apaçık bir şekilde "kadına dayak" emri vardır. Bütün ayetleri ve ayetlerde geçen kelimeleri çarpıtmayı marifet bilen "reformist"ler güya Kuran'ı modern çağa adapte etme gayreti içindedirler. Ama Kuran bırakın modern çağa göre, içinde bulunduğu cahiliyye döneminin bile gerisinde kalmış bir kitaptır. "Haram aylar çıkınca müşrikleri gördüğünüz yerde öldürün (Tevbe 5) " diye emirler yağdıran bir kitabın da "kadına dayak" emri vermesi normal karşılanmalıdır.