31 Ocak 2007

Monoteizm Gerçekte Nasıl Oluştu?

Firavun'un Ahit'i

"Der Spiegel" dergisinin kapak konusu’nun çevirisi.

Monoteizm gerçekte nasıl oluştu?Ejiptologlar, Nil nehrindeki Piramid devletinden Kudüs’e kadar uzanan heyecan verici bir izi takip ediyorlar. Görüldüğüne göre Musa, esrarlı “Rafızi Firavun” Eknaton ile bağlantılı. Tek Tanrı’lı bir din zorunlu olarak şiddete mi sürükler?Dünya tarihinin ilk din savaşı olan Makabeler ayaklanmasında(M.Ö. 167) “Ehad” – “Allah birdir” diyerek binlerce yahudi öldü. Kendilerine işkence eden cellatlar onları işkence sehpalarına yatırıp tırnaklarını söktüler. Roma İmparatorluğundaki ilk hıristiyanların durumu da daha iyi değildi. Bunların çoğu Koloseyum’un karnında kayboldular. Orada asansörlerle arenaya çıkartılıp, ağızlarından salyalar akan Roma halkının çığlıkları altında arslanlar tarafından parçalandılar. Havari Petrus başı aşağı olarak çarmıh’ta canını verdi.Bu şehitlerin hepsi de canlarını bundan
yaklaşık 3000 yıl önce Kenan’da başlamış bir hareket uğruna verdiler. Sami kavimleri o zamanlar, bugün 3,3 milyar yahudi, hıristiyan ve müslümanın inandığı bir Tanrı tablosu çizdiler. Zeytin dalı ve kılıç ile İncil’in resimsiz Tüm-babası’nı dünya’ya getirdiler. Muhammed, “Bizim Allahımız ve sizin Allahınız tek Allahtır” diyerek bu fikire yğun destek verdi. Bu varlık, dağları yerinden oynatıyor, çekirge yağdırıyor ve yedi günde yeri ve göğü yaratıyor. Ancak hıristiyan klise orglarında onun yüceliğinden bir nebze anlaşılıyor gibiydi. Antik devrin yahudileri ona YHWH kısaltmasını kullanarak tapıyorlardı. Kendisi kendini İncil’de şöyle takdim ediyor: “Ben, ben olanım.”

Fakat ancak şimdi bu her şeye kadir olan Kudret’in karanlık ön hikayesi gün ışığına çıkıyor. Ejiptologlar hep beraber ve aynı zamanda Tanrı’nın beşiğini buldular. Takip ettikleri iz onları Firavun Eknaton’a (M.Ö. 1353-1336) götürüyor. Eknaton, yahudilerden henüz 600 yıl önce devasa bir deney başlatmış. Eknaton artık tek bir puta’a tapınıyordu, ışık varlığı Aton’a.Şimdi artık görünüyor ki: Eknaton kısa bir zaman sonra başarısız ve dışlanmış olsa da icraatı İsrail’e kadar uzanmış. İncildeki Musa “Zındık Firavun” Eknaton’un rakibi idi – Din bilimleri’nin yeni ifadesi özünde bu şekildedir.Ancak bu kimseye şok edecek kadar değil. Araştırmacılar bilimsel yöntemlerle Kutsal Yazıt’ın tarihi çekirdeğinin daha derinliklerine inerken Garp Dünyası’nın inancı eriyip gidiyor. Reformcu Calvin dahi en yüksek varlığı inkar edenleri kırbaç ve kamçı ile cezanladırmak istedi. Fakat bu hiç bir işe yaramadı. 3000 yıl sonra Nietzsche “Allah’ın öldüğünü” tespit etti. Çamurdan insan yaratan ve yanan çalılarda görünen bir Allah’a, rasyonel işleyen bir zininde yer yok.Bunun kaçınılmaz sonucu: “Allahsız bir gençlik” (“Frankfurter Allgemeine” gazetesinin ifadesi) yetişip gelmekte. Alman öğrencilerin ancak %23’ü İncil’in öğretisine inanmakta. Saksonya ve Thüringen eyaletlerinin halkının yarısından fazlası dinsiz, Schleswig-Holstein eyaletinin dinsiz oranı %40. Yıkılmaya yakın ve oanrılmaya muhtaç kliseler, boş para kasaları – protestan cemaatlar 2030 yılına kadar gelirlerinin yarıya düşeceğini söylüyorlar. Din’in çöküşünü “Süddeutsche Zeitung Gaztesi” bundan kısa zaman önce “Ruhuna Fatiha” diyerek yorumladı. Başkaları ise rahatsız olmaya başladılar. Bir koruyucu ve muahafaza edici kaybolup gitmekte ve bir çoğu onu koyvermek istemiyor. Almanların %64’ü bir Tanrı’ya inanıyor fakat hangi Tanrı’ya?Rahatsız olanlar çoğunlukla, gelenekleri savunan kesim. Onların korkusu, siyasal iyi insanlıklılığın ve etik komisyonların kurulması, birlik beraberlik ve yanındaki insanı sevmek gibi değerlerin kökleşmesini sağlayamayacak olması. Bunların sağlanması için daha fazla gotik domlar’a, buhur kokusuna, koral seslerine ve Tanrı’nın günah uyarılarına ihtiyaç varmış. Fakat şimdi artık Luther’in eski “Kuvvetli ‘ahlak’ kalelerinin” en sonuncusu da sallanmaya başladı. Allah’ın ahlaki kusursuzluğu şüphe altında. Deniliyor ki, monoteizm baştan itibaren şiddetçi bir din’dir. Garp Dünya’sı bundan 2500 yıl önce acaba sapık bir yola mı başvurdu Bu şüphenin en yoğun takipcisi ejiptolog Jan Assman’dır ve kendisi mesleğinde Dünya çapında en etkinlerden biridir ve şimdi ise suratı asık bir sfenks gibi gelecek Dünya’ya girmekte. Çok sayıdaki kitaplarında (En son kitabı Aralık ayının başında yayınlandı): “Tek Tanrı dini düşmanca ve sabırsızdır.” diye iddia ediyor. Profesör, yargısını destekleyen vahşice İncil alıntılarını yeterince bulmakta. İsraillilerin efsanelerden şekillenmiş geçmişleri, prensip olarak; katliamlar, cezalandırmalar ve kan dökmeden ibarettir. Yahve’nin adına sürgünler yapılıyor, karışık evlilikler zorla boşanıyor. “Özellikle Musa şüphelerin hedefinde.” diyor bu profesör. “Bu (din) kurucu Sina dağından elinde yıkıcı bir mesajl ile döndü. O, doğru ve yanlış din arasında ayırt ediyor.” Demek oluyor ki, sadece o’nun (Musa’nın) Tanrı’sı iyi dir, diğerleri ise sadece ıvır kıvır, pislik ve güçsüz lüzümsuzluklar.Böylece, diyor Assmann, “Musa gerçi Dünya’yı kökünden değiştiren devrimsel bir yenilik getirdi. Fakat bu değişiklik ille de iyiye doğru olmadı. Ondan önce, yani politeizm’de parola yaşamak ve yaşatmak idi. Fakat Yahve ise intikama susamış ve çok bilmiş bir gök gücüydü. Yanında hiç bir şeye ve hiç kimseye yer tanımayan bir gök gücü.”“Bu yüzden” diyor ejiptolog Assmann, “Dünya’ya başka bir kindarlık geldi. Çok tanrıcılara, putperestlere ve mürtedlere karşı olan bir kindarlık.”Bu açıdan bakıldığında Tevrat’ın 2. Kitabı Exodus’da anlatılan Altın Buzağı’nın etrafındaki dans bir anahtar sahne gibi geliyor. “Musa karargah kapısına geldi ve dedi ki: Kim Tanrı’dan yanaysa bana gelsin.” Kafile reisi (Musa) öfkeden patlıyordu ve günahkaraların hepsi de ölmeliydi, isterse kendi öz kardeşi, arkadaşı veya en yakını olsun. Daha aynı günde 3000 yoldan sapmışlar toz içinde yatıyordu. “Yahve’nin zorla dayattığı anlaşma, sunduğu ve herşeyin üstüne çıkardığı ahit, her türlü insani bağları kopardı.” diyor Assmann.Bu ifadenin teologları tahrik ettiği şaşışalacak bir şey değil. Yoğun bir tartışma tutuştu. Bir kaç hafta önce Lugano’da (İsviçre) kültür bilim adamlarının toplantısı yapıldı, Mart ayında Mainz Ebernburg’ta ayrı bir toplantı düzenlenecek. Rostock’lu Eski Ahid uzmanı Martin Rösel şöyle diyor: “Temel inançları prensipel sorgulamaya çıkararak Assmann yoğun bir tartışmayı başlattı.” Bazıları da bu atıfları biraz daha serin karşıladı. Bu tartışmayla bazıları çok şamatalı ve paganistik bir hoşgörü ışık dünyası yaratmaya çalışıyor diyorlar. Bu saldırı, postmodern bir bayağılık ile yapıldığı fikrinde olduklarını söylüyorlar.


Eski Ahid uzmanı olan Othmar Keel mizahlı bir şekilde şöyle konuşuyor: “Başlangıçta Allah gerçi zaman, zaman uslüpunda yanlışlıklar yapmış fakat en geç ikinci Yesaya’dan sonra Babilon esareti esanasında (M.Ö. 587’den itibaren) yahudiler artık daha ‘olgun ‘ bir Tektanrı inancı geliştirmişler ve hıristiyan inancı işte bu Allah’a bağlı olarak gelişmiştir. Bu Allah, sevgi ve iyilik dolu.” Hiç kuşku yoktur ki, bu sıralarda ilkesel bir ahlaki tartışma cereyan etmekte. Çoktandır öldü denilmesine rağmen o Tümbaba (Allah) tekrar davacı sandalyesine oturtuluyor. Yokluğunda dahi ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor.Tartışmada bulunanlar başlattıkları bu tartışmayla aynı zamanda monoteizm’in başlangıcını gözler önüne sergiliyorlar. Ele alınan soru, bu tek tanrı fikrinin nereden geldiğidir.Neandertal’ler de bir Öbür Dünya inancına sahipti ve ölülerinin mezarlarını çiçeklerle süslüyorlardı. Afrika’da bugün dahi fetişlere biyat ediliyor. Hindu ve budistler de Batı’dan farklı bir yolda devam etmişler. Kenan bölgesinde temelden tersine giden ne idi acaba?Gökteki yeni güç, Dünya’daki güç dengelerini de değiştirdi.Uzun bir süre herşey açık gibi görünüyordu: Yahudilerin ayrıcalıklı dini dehası, sonsuz ve suretsiz Tanrı düşüncesini oluşturdu - hemde diğer kavimlerden daha önce. Araştırmalarda şimdiye kadar geçerli olan köşe noktaları şöyle idi:- Henüz M.Ö. 1800 yılı civarında dinlerin babası İbrahim kurban vermeye başladı.- M.Ö. 1250 yılında Musa, Mısır’dan çıktı.- M.Ö. 1000 yılında İncil’de anılan krallar Davud ve Süleyman bir yahudi mparatorluğu kurdular.Bu imaparatorluk, Süleyman’ın hükmettiği ve göz kamaştıracak kadar güzel ve Fırat’tan Akdeniz’e kadar uzanan hudutlara sahipmiş. Bu söylemin bir tek kelimesi dahi doğru değil. Bu “Tunç devri konseptinden” teologlar ayrılmak zorunda kaldılar.Ezici sayıda elde edilen kazı buluntuları, Kutsal kitabın (İncil’in) eski İsrail tarihinin süslenmiş bir anlatımı olduğunu kanıtlıyor. Acı gerçek öyle ki, Eski Ahid’in ana çalışması M.Ö. 500 – 400 arasında yapılmış. Teolog Manfred Weippert, “Eski Ahit,bir araya toplanmış bir çok hikayelerden oluşan ve yüzlerce yıl içinde toplu bir hale gelmiş bir eserdir.” diyor.Eserin yazılı hale gelmesinde Kudüs Büyük Tapınağı’nın (M.Ö. 586 da tahrip edildi ve M.Ö. 516 da tekrar inşa edildi.) Yahve rahipleri en önde gelenlerdi. Bugün Al-Aksa Camiisi’nin bulunduğu Siyon tepesine yapılan bu alacakaranlık tapınakta bütün ipler birleşiyordu. Mavi kordonlu entariler giyen sakallı rahipler tapınak duvarları arasında yürüyorlar, boğalar kurban ediyorlardı. Ritüellerin birinde kulak memeciklerine kan sürüyorlardı.Ulu yaratıcının bu iki yüzlü hizmetçileri ancak gerçekleri pek ciddiye almıyorlardı. İncil yapıcılar memleketlerini süsleyerek anlatıyorlardı. “Yaptıkları, heves ettikleri büyük kraliyet hayellerini geçmişe yansıtmaktı”, diyor Heidelberg’li din uzmanı Bernd-Jörg Diebner.Ancak arkeoloji ve yarım yamalak da olsa gerçek hikayeler içeren ‘Krallar kitabı’ (Tevrat bölümüdür)sayesinde gerçekte neler olup bittiği üzerinde biraz bilgi edinmek mümkün. Bunlara göre hikaye kısaca şöyle:M.Ö. 900 civarında Filistin’de iki ayrı küçük ulus devletleri oluşmuş. Kuzey’inde nüfusu 50.000 olan “İsrail” ve Güney’de çok daha az nüfusa sahip ve başkendi Kudüs olan “Yuda” devleti.Bu devletlerin halkı, aralarında Baal, Moloh ve tanrılar babası El bulunan bir çok tanrıya tapıyorlardı. Yahve ise başlangıçta Kuzey Sina’da yörel iklim tanrı’sı olarak hürmet görüyordu. Kral Yerobeam (bilgilere göre M.Ö. 926 – 907 arasıymış) tarafından Yahve’yi teşkil eden bir kutsal boğa yerleştirilmiş.Din gayretkeşler bu ilkel külte karşı geldiler ve “Yalnız Yahve” diyerek harekete geçtiler. Bu hareket dinde daha fazla soyutluk ve ruhbaniyet istiyordu. “İktidarın din politikasına açıkça saldıdılar, devlet kutsallarının kralları, bakanları ve rahipleri sürekli ateş altında kaldılar” diyor Weippert.
Bu grup, M.Ö. 740-705 yaşamış Amos ve Hoşea (Oze) zamanında saptanabiliyor. Bunlar öfkeli bir şekilde memleketlerindeki putperestliği yargılıyorlardı. İncildeki bu uyarıcılar her türlü hileye baş vuruyorlardı. İnsanları belalarla tehdit ediyor, aşağılıyor ve lanetler yağdırıyorlardı. Peygamber Miha (M.Ö. 740-705) halkı, putlarla fahişelik yapmakla suçlamıştır. Meslektaşı Eliya ise, Kişon ırmağı kıyısında 450 Baal rahibini öldürmüş olmakla övünürüdü.Heidelber’li din sosyologu Franz Maciejewski bu ilkel monoteistleri “fanatik zihniyet etikçileri” olarak tanımlıyor. Başkaları da ‘”Ruh’un eşek arıları” olarak tanımlıyor. Fakat ancak birbirini takip eden askeri facialardan sonra bu dini azınlık iktidara geldi:- M.Ö. 722 de asürler küçük devlet İsrail’i çiğneyip geçtiler.- M.Ö. 587 de Yuda devleti de Şark’lı orduların saldırısında özgürlüğünü yitirdi.20.000 civarında yahudi, savaş esiri olarak Babilon’a götürüldü, bağımsızlıkları artık bitmişti. Artık ancak şimdi, yurtlarından uzakta ve yabancılaşma tehditi karşısında Yahve rahipleri en başa çıktılar. Bir çoban gibi kuzularını Tümtanrı konumuna yükselen teselli edici’nin altında topladılar. Bununla beraber soğan gibi katmanlı, defalarca değiştirilmiş yüzlerce hikayelerden ve aktarmalardan oluşan bir nevi masal kitabı meydana geldi: İncil – bir labirint.Bu demek oluyor ki: Vahyi İlahi (Allah’ın vahiy göndermesi) hiç bir zaman olmadı.Vahyi ilahi daha ziyade M.Ö. 9-4 yy kadar süren uzun, kanlı ve çok zahmetli bir süreçti.Yahudiler bu saptmayla dini öncülüklerini kaybetmiş oldular. Çünkü M.Ö. 550 de Zerdüşt, çinli Konfiçyus ve iyonik doğa filozofları yaşıyorlardı. Onlar da ruhbaniyet açısından son sürat veriyorlardı. Filozof Karl Jaspers, “insanın ilk kez tüm Dünya’yı içsel olarak karşıladığı bu zaman” için “Akis zamanı” diyor.
Yine de ve buna rağmen kutsal toprakların esrarı çözülmüş değil. Konfiçyuz bilgelik ve sakinlik, iyonlar bilgi arayışı içindeydiler. Kutsal kitap ise inat ve ümutsuzluk ile doluydu. Yahudi-Hıristiyan dininde geriye yaslanmak yok, herşeyin konusu günah ve ceza dır.Eski Ahit’in üst varlığından itaatkar, hatta korkulu bir hava esiyor. İbranice inanç demek “Emunah” (“sadakat”) demektir. Allah, kıskanç bir aşık gibi davranıyor. Seçilmiş halkıyla “evlilik” anlaşması yapıyor ve mutlak güven talep ediyor. Psikolog Bruno Bettelheim’in demesiyle Samilerin Allah’ı “Doğa halklarının tarılarından dahi daha beterdi.”İncil’e yansıyan şiddet potansiyelinin çoğu, zamanın akışına bağlıdır:- Oluşumuna sahne olan yaşam düşmanı çöl ortamı.- M.Ö. 720 ve M.S. 70 yılına kadar Kudüs en az altı kez fethedildi ve baskı altında kaldı.- Bütün devrimciler gibi eski adetleri imha etmek için Yahve’nin müritleri de zor’a başvurdular. “Kökünü kazımak”, “öldürmek”, “yok etmek” gibi sözler ağızlarından düşmüyordu.Ancak, bu enerjilerini nereden alıyorlardı? Bu adamların Allah vizyonu’nun kaynağı neredeydi? O zamanın tanrılar semasında bir çok tanrı’nın sinekli bakkaların bir süpermarket gibi birleşerek bir tek elde yoğunlaştığını zannedenler yanılıyorlar. Semadaki yeni güç sadece öbür dünya’nın güç dengelerini değil, aynı zamanda dünyevi güç dengelerini de değiştirdi.Kudüs rahipleri o zamana kadar hiç görülmüş bir patriklik (egemenlik anlamında) başardılar. Modern psikoanaliz, o zamanlarda tanrısal bir erkekler birliğinin sahnelendiğine defalarca işaret etmiştir. Allah onlar için “Baba” idi ve o’nu Adonay (“Efendi”) olarak çağırıyorlardı. Bu varlık, oğullarından alçakgönüllülük ve itaat istiyordu. Kadınların bu bağlamda fazla önemi yoktu. Araştırmacılar bu arada Yahve’nin ilk başta verimlilik tanrıçası olan Aşera adında bir eşi olduğunu tespit ettiler. Aşera’nın kült ağacı M.Ö. 586 yılına kadar Kudüs tapınağının içindeydi. Fakat peygamberler bu put’a karşı fırtınalar estirdiler. Onların gözünde bu put, müşrik şehvetin zındıklık put’u idi.Musa 5. Kitap’ta “Kendine Aşera put’u diye kazık çakma. Tanrı bundan nefret eder.” diye yazar. Fakat sonunda Allah’ın bu son eşinin de işi bitti ve Babilon sürgününden geri gelen Allah artık dul idi. Arkasından rahipler Allah ile “ahitlerini” yaptılar ancak bundan da konuşan yine şiddet idi. Bütün erkek çocukları doğduktan sonra 8. Günde sünnet ettiler. Bunun için Mohel (sünnetçi) bebeğin ön dersini tırnağı ile çizer ve koparırdı. Bu suikast, bedene yakılan bir işaret gibiydi.Dikkate değer bir kitabında sosyolog Franz Maciejewski, sünnet olayını monoteist din harekatının motoru olarak tanımlıyor ve; “bu (sünnet etmek) tek tanrı inancının arkasındaki ve bu inancın eski İsrail toplumunda silinemeycek kadar güçlü kalmasının arkasındaki gizli generatif güçtür.” diyor. Bu adettir ki, yahudilerin kolektif kültik kimliğinin belirmesini sağlamıştır.
İncil’e göre Mısır, sihirbazların ve en dehşetli günahların ülkesidir. Monoteist inancının tarihteki en eski kökleri nerede? sorusu hakkında yeni detaylar mevcut. Araştırmacılar, İncil’den önce cereyan etmiş fakat kenara itilmiş sahnenin kamuflajını açmak üzere: Mısır!Takip ettikleri iz, eski devrin piramitler yapan, sayısı 1000 den fazla tanrıya tapınan ve hatta timsah dahi mumyalayan en parlak din gücü Mısır’a gidiyor.Antik zamanın Nil nehri devletine selametin ve temizliğin memleketi deniliyordu. Yunanlar bu mucizevi devlete hayranlıkla bakıyorlardı. Fakat yahudiler öyle değildi: Onların (yahudilerin) açısından Mısır panteon’u karanlığın ülkesiydi, batıl’ın ve sihirbazlığın hortladığı yeri teşkil eden bir yerdi.Assman diyor ki: “İncil, Mısır’ın en belirgin unsuru olan put kültü’nü en dehşet verici günah olarak kabul ediyordu. Bu kült omlara göre sapıklığın ve yalanın öz simgesiydi.”Bu konu Eski Ahit’te kırmızı çizgi devam eder. İbraniler, tiksinti ve hayranlıkla karışık bir duyguyla putlara hizmet eden fakat aynı zamanda matematik, yıldız bilimi ve kaza cerrahisi yapan bu hiyeroglifler ülkesine bakıyorlardı. Henüz kök babası sayılan İbrahim dahi bir keçi sürüsüyle birlikte piramidlere doğru yürümüştür. Onun arkasındna daha sonra firavun’un bakanlığına kadar yükselen Yusuf geliyor. İsrailli’ler 430 yıl boyunca bu “köleler evinde” kapalı kaldılar, dövüldüler ve alaya alındılar.Daha sonra Musa bu halkı özgürlüğe götürüyor. İncil dramı’na mucizeler giriyor, selamet başlıyor. Buluttan bir direk şeklinde- Yahve en önde gidiyor ve halkı Sinai’ye götürüyor ve orada ilahi vahyi gönderiyor. Daha sonra Arzı Mevut’a (Mukaddes topraklara) doğru devam ediyorlar. Daha çok erken bir zamanda psikologlar, bu çöl yolculuğunun psikolojik bir şemayı takip ettiğini anlamışlardı: Mısır’ın ana rahiminde İsrail çocukları yetişiyorlar. Orada kendilerini kurtaracak ve yeni topraklara götürecek tanrısal baba diye çağrışıyorlar. Bu esnada Kızıl Deniz’i geçmiş olmaları bu olayın aslında ne olduğunu daha iyi anlamaktatır: Yeni bir doğum sahnesi.Ancak, piramidlerin ülkesi İncil’e sadece karanlık gölgeler atmıyor. Memphis ve Tebe (Theben) arasında kazılar yapan arkeologlar şaşırtıcı bir şey buldular: Yahudiler mısırlılardan kopya çekmişler. Yahudilerin “Tek Tanrı” fikri aslında Mısır’dan çıkmış.Yahudilerden yüzyıllar önce tanrılar ufuğuna baskın yapan Mısır tarihinin o esrarengiz adam’ı, 18. hanedanın firavunu Eknaton, Tek Tanrı fikrini ortaya atan ilk kişiydi. Bu kral artık sadece bir tek tanrıya tapıyordu: Parlak ve ışık veren bir güneş tabelası olarak şekillendirilen Aton.


Eknaton M.Ö. 1353 yılında tahta çıkmış ve hemen işe başlamıştır. Hizmetçileri, Delta ve Yukarı Mısır’a kadar giderek tapınaklardaki tanrı adlarını kazımışlar. Sadece Heliopolis’e (Güneş sehri) bir şey yapmamış, muhtemelen orada bu hareketin öncüleri yaşamaktaydı.Nasıl da bir devrim!Geleneksel olarak Mısır putları tapınakların kutularında saklanıyorlardı. Putlar, 40 cm boyunda ve gümüş, altın ve değerli taşlardan yapılmış figürlerdi. Baş rahipler putlara her gün yemek veriyorlar, süt banyolarında yıkıyorlar, üstlerini başlarını giydiriyorlardı ve bunun karşılığında putlar onlara ölüm sonrası için teselli ve umut veriyor ve onlara şefaat verip uğur getiriyorlardı.Aton ise gözle görülmez, salt ışıktan oluşuyor ve bu Dünya’ya yönelik idi. Bu rafızi (Eknaton)eski ölü kültünü ihmal ediyordu. Ceset mumyalayıcıları nüfuslarından kaybediyorlardı, öte dünya ile olan bağlantı kopmuştu.Monoteizm’in bu ilk peygamberi’nin her şeyi tuhaf ve daha önce hiç görülmemişti. Assmann diyor ki: “Eknaton, tarih’e giren en küçük olasılığı teşkil eder.”Memleketin tanrıları’nın tapınaklarında otlar biterken Eknaton, Aton için güzellik heykelleri diker. İlk önce Tebe’de 600 Metre uzunluğunda yüzlerce sunağı olan bir kurbanlık alanı yaptırır. Aton rahipleri orada her sabah sığırlar ve kümes hayvanları kesiyor ve kurban etini doğan güneş’e doğru tutuyorlardı.Bir Aton metiyesinde şöyle diyor: “Senin ışığın bütün memleketleri kuşatır. Sen, Bir Tek olarak milyonlarca dönüşüme (şekle) sahipsin.” Dünya’nın en eski evrensel tanrısı’na yazılmış bu metiye’de o zamana kadar rastlanmamış bir şairlik var.Kabartmalarda Eknaton asık karınlı ve kalın dudaklı olarak gösteriliyor. Arka kafası tuhaf bir şekilde arkaya doğru uzanmış, göz kapakları rüyada gibi aşağıya doğru asık. Karnak’ta 20li yılların sonundaki kazılarda bulunan heykellerde Eknaton neredeyse kadınımsı göğüslere ve belirsiz cinsel organlara sahip. Bunun Fallus mu yoksa vulva mı (erkek veya kadın cinsel organları) olduğu belli değil.Kral hastamıydı? Bazıları Eknaton’da hormon rahatsızlığı olduğunu söylüyor. Antik zaman arştırmacısı Immanuel Velikovsky, Eknaton’u homoseksüel eyilimle itham ediyor. Eknaton yoksa sadece rüya mı görüyor? Bu güneş peygamberi bir tek savaş’a dahi gitmemiştir. Hükümdarlığının beşinci yılında uzak Tell-el-Amarna çöl vadisine gitmiş ve hudut taşlarına yazılmış bildirilere göre bir daha da terk etmek istememiş.Aşetaton (Aton’un ufuğu) adında yepyeni bir şehir yapıldı. 50.000 memur, hizmetçi, prens ve berber göç ederek oraya yerleştirildi. Dışarıda (Suriye’ye kadar giden) veba hastalığı kol gezerken bu tuhaf firavun güzel karısı Nofretete birlikte süslü at arabasında ışık metroplü’nün sokaklarında geziyordu.Kabartmalar, kral’ı sevdiklerinin yanında kucağında bir bebek ile gösteriyor. Bilgilere göre 9 kız çocuğu olmuş. Fakat bir aile ahengine inanan kimse yok bu arada. Eknaton’un en büyük kızı Meritaton, oğlu Semenşkare ve annesi Teje ile cinsel ilişkilerde bulunduğuna dair işaretler mevcut.Hükümdarlığının 13. Yılından sonra eşi Nofretete hiç bir izi bulunmaksızın kayıp. Acaba bazı araştırmacıların düşündüğü gibi öldürüldü mü? Kesin olan: Şiddet ve teoklastik bir radikallik (Bugün’ün diliyle radikal dinci demektir ´Darvinist) bu hükümdarın başlıca özellikleridir. Halkın bütün kutsallarını ayakları altına almıştır.Zamanının taş üzerine çizilmiş resimlerinde “Saşau” denilen güvenlik memurlarından geçilmiyor adeta. Bu güvenlik memurlarının ellerinde uzun deynekler var. Sokaktaki halk çoğunlukla boynu bükük bir halde gösteriliyor, belki bir itaatkarlık göstergesi olabilir. Yoksa ama halk, güvenlik memurlarının dayağı altında mı sızlıyordu?Kesin olan: “Tanrılar” sözcüğü tabu idi. Kimse bu sözü ağzına alamıyordu. Ölü taş’a neredeyse işlenemeyen bedensiz ve şekilsiz güneş dairesi Aton’dan başka bir şey artık yoktu. Amarna rahipleri, yaratılmışların başına düşen ışığın ta kendisine hürmet ediyorlardı. Tanrısal yapılarının çatısı yoktu ve kurbanlar açık gök yüzünün altında veriliyordu.17 yıl sonra kabartmaların yumurta kafalı olarak gösterdiği guru öldü. Takipcisi Semenşkare altında bu hayal önce bir devam etti. Semenşkare’de öldükten sonra sekiz yaşında ve Tutanchaton isimli bir çocuk dümene geçti. Daha sonra Amun rahiplerinin baskısıyla çocuğun adı Tutançamun olarak değişti. Onun ünlü hazinesinde, sırt kısmında bir resim olan taht sandalyesi bulunmakta. Bu resim Aton’un ışınları altında oturan genç bir Tut’u gösteriyor. Daha sonra generalin biri darbe yaptı ve zamanın çarkını geriye çevirdi. Tanrıların bir nevi demokratik “geriye dönüşü” başladı. Bir yerde “Memleket bir hastalık döneminden geçiyor.” deniliyor. “Tanrılardan uzak kalma”dan bahsediliyor. Eknaton lanetlendi ve anısı silindi, ismi krallar listesinden kazındı. Sanki Mısır tek tanrı diktası kabüsundan tekrar uyanmıştı. Bundan 100 yıl önce idi, arkeologlar Eknaton’un ilk izlerine rastladıklarında onunla İncildeki Musa arasında bir ilişki kurmaya çalışmışlardı. İkisinin arasındaki paraleller ortada. Asmman şöyle diyor: “İkisinin müşterek belirginliği, her ikisi de gerçeği ve gerçek olmayanı ayırma eylemini, dışlamalarına ve kırımlarına en keskin derecede alet ve ölçü olarak kullanmışlardır (Bir başka deyişle: Onların gerçek dediği gerçek, yalan dediği yalandır ve herşey ve herkes buna göre belirlenir. - Darvinist).Ancak... mısırlı guru ve Sinai’deki adamın arasında hangi bağ vardır ki? Aralarında Nil’den Kudüs’e uzanan gizli bir iz, bir göbek bağı var mı?James Breasted, 1894 yılında Berlin’de doktora yapan amerikalı bir ejiptolog bundan ta o zamanlarda şüphelenmişti. Ona göre yahudiler ışık dininden bir şekilde haberdar olmuşlardı. Eski tarih arştırmacısı alman Eduard Meyer de buna katılıyor ve çöl göçünün içinde bir gerçeklik çekirdeği bulunduğunu söylüyor.Daha geniş bir şekilde daha sonra Siegmund Freud bu işe el attı. Ağır kansere yakalanmış haliyle 1937 yılında ve antisemitizm’in Almanya’da hayvani bir şekilde doruğa ulaştığı bir zamanda psikoanaliz’in babası son büyük çalışması olan “O adam Musa ve monoteistik din”i yazıyor: Bu çalışmasında şöyle bir fikir öne sürüyor: Musa aslında Heliopolis’de bir Aton rahibiyidi. Başarısızlıkla sonuçlanan din projesini seçtiği bir grup yahudi köle ile birlikte davayı daha küçük bir çapta devam ettirmek istedi. İsim yanında (ki, “Mose” mısırca dır ve “çocuk” demektir) Freud, çocuğun Nil nehri üzerine bırakılması efsanesinden şüpheleniyordu. İncil, Musa’nın ibrani bir cariyeden doğduğunu söylüyor. Daha sonra bu cariye, bebeği bir sepete koyarak Nil nehrinin sularına bırakıyor. Bebek sonra firavun’un kızlarının birinin ellerine geliyor. Çocuk evlatlık ediniliyor ve kral’ın sarayında büyüyor. Freud için durum böylece çok açık: Musa bir mısırlı idi. Çocuğu terk etme masalı sadece bir hile idi ve yabancı çocuğu “yahudileştirmek” ve böylece onu “Milli kuruluş miti’nin” merkezine yerleştirebilmek içindir.

Avusturyalı ruh biliminin kurucusu tarafından kurnazca düşünülmüş bir senaryo. Ve Freud hikayenin nasıl devam ettiğini de biliyordu: Daha henüz yarı müşrik olan yahudiler Musa’nın çok katı kurallarından usandılar ve onu öldürdüler.İlk bakışta garip gibi gelen bu hikaye aslında sağlam temellere dayanan ve din’in ta kalbine giden bir teoriye dayanıyor. Freud ölümünden kısa bir zaman öncesi, en büyük kutsalın kapısını açtığına inanıyordu. Daha 1912 yılında yayımladığı “Totem ve Tabu” adlı yazısında Freud, baba-oğul ihtilafınıın her türlü dini eylemin kaynağı olduğunu açıklamıştı. Freud’un modeline göre: İlk sürüdeki en kuvvetli erkek domine ediyordu ve bütün dişileri kendine ayırıyırdu. Gücünün mutlakiyetinden dolayı oğullardan ve erkek kardeşlerden mutlak itaat talep ediyor ve karşı koyanları hadım etmekle tehdit ediyor. Diğer erekler bu despot’a karşı beraber oluyorlar ve liderlerini öldürüp bedenini “totem yemeğinde” yiyorlar ki liderin gücü kendilerine geçsin. Sonra hepsi de suçluluk duygusu altında kıvranıyorlar ve pişman da oluyorlar çünkü kafilenin koruyucusu öldü. Bu yüzden eski ilk baba bilinç altına yerleştiriliyor, orada “totem hayvanı’na” dönüşüyor ve kafile tarafından geleneksel olarak hürmet görüyor. Böylece insanlığın ilk din sistemi oluşuyor.“İşte bu ilkel tiran”, diyerek Freud devam ediyor, tarihin çok daha sonrası bir dönemde meydana gelen Aton kültünde birden tekrar ortaya çıkıyor fakat bu kez sema’da. Yahve de bir tiran gibi davranıyor. Onun için halk Yahve’nin birinci elçisini öldürüyor, Musa ölüyor. Fakat böylece aynı zamanda o eski suçluluk kompleksi de daha da güçlü etki yaparak uyanmış oluyor.Bu tez her ne kadar teşvik edici olsa da tam doğru olamaz. Çünkü bu hikaye çok somut, çok kavranabilir şekilde düşünülmüş bir hikaye. M.Ö. 1250 yılında bir Aton bilgini ile birlikte Sinai’nin taşlık arazisinde ruhani deneylere başlayan bir yahudi kavimi hakkında arkeologlar hiç bir kanıt bulamadı.Gerçekte, M.Ö. 1250 yıllarında Sinai bölgesinde çoğunlukla “Hapiru” denilen yol kesici göçebeler yaşıyordu. Güney Filistin’de ancak yavaş yavaş yerleşen Şasu göçebeleri yaşıyordu. Yahudi diye bir etnitise o zamanlar yoktu, sadece oradan buraya göç eden çoban kavimleri vardı.Daha ancak M.Ö. 1000 yıllarında Kenan’da sabit rençber evleri çoğalmaya başladı. Bu klubelerde küçük sunaklar vardı ve atalar ve aile hayaletleri için kurbanlar koymaya yarıyordu. Dağlarda bölgesel kutsallar yatıyordu. İncil’e göre Kenan’da M.Ö. 8. Yy da her yüksek tepede ve her büyük ağacın altında daha kutsal ateşler yanıyordu.Bu korkulu politeistik korku dünyasına İncil yapıcılarının parlak Musa’sı bir türlü yakışmıyor. Daha Sinai dağından iner inmez halk’a ilk emiri –“Ben senin efendin Allah’ım”- bildirmiş. Daha sonra yoğun olarak devam ediyor. Çölün ortasında Musa bir göçebe çadırının iç donanımı için talimatlar verir: Halk orası için bakırdan ritüel kapları yapacak, kırmızı şerbet için bir masa ve birde altın’dan bir avize. Asil bir merhamet tahtı da marangozlar tarafından yapılıyor.Bunu tarif ederken İncil yazıcıları İncil, Musa 2. Kitap’da sayfalarca aslında Kudüs tapınağının M.Ö. 516 tekrar yapılmış şeklini tarif etmekten başka birşey yapmıyorlar. Yeni ve taze yapılmış binaya saygınlık ve onur vermek için sahtekarlar öyle yapıyorlar ki, sanki bu donanım Musa’nın çöl çadırında da varmış gibi. Bütün bunlar şunu gösteriyor ki, Yahve rahipleri kendi kült planlarını gerçekleştirmek için Musa’yı şahmerdan olarak kullanmışlar. Din patronu sadece ağzını açıyor ve fakat vantriloklar (dudak kıpırdatmadan karnından konuşanlar) ruhbanlardı.Fakat yinede: Memfis Kudüs akisinde bir gerçeklik payı var. Yeni arkeolojik araştırmanlar da tek tanrı fikrinin yaratıcısı Eknaton ile onun efsanevi takipcisi Musa arasında bir bağlantı olduğuna inanıyorlar. Mısır’ın ışıldayan gücünün bir zamanlar doğu kıyısına kadar gittiğini İsrailli kazıcılar etkileyici bir şekilde kanıtladılar. Firavunlar yeni karliyetlerinde (M.Ö. 1550 - 1070) bütün Doğu Akdeniz bölgesini sömürgeci pençesinde tutuyordu. Garnizonları ve ordu arabaları Filistin’in bir ucundan öbürüne kadar gidiyordu.Merenptah’da (M.Ö. 1207) nişan taşında ilk kez, İsrail adında bir bölgede ezilen bir halktan bahsediliyor. Tahmin edilebilir ki samiler, firavun’un taş ocaklarında ve taş madenlerinde çalıştırılıyordular. Filistinli çobanlar ve bedeviler –kabartmalar üzerinde sivir sakallı olarak görülmekte- dolaysıyla işgalci gücün ruhban hayatını paylaşıyorlardı. Mısır, bır sürgün medeniyeti yapısına sahip ve bütün bilgeliğin kaynağı idi.Ezilen asyalı göçebeler de Büyük Eknaton’dan haberdar oldular. Aton’a hitaben yazılan güneş ezgisi ile (İncil’in) Eski Ahit’in en güzel şarkılarından 104. mezmur’u arsında dikkat çekici bir benzerlik vardır. Bu şarkı büyük olasılıkla mısırlı askerlerin karargahları ve Filisitnli müttefik beyliklerin üzerinden aktarıldı.Ve bir başka bağlantı daha var ki tarih kuyusunun daha derinliklerine iner. M.Ö. 17 yy’da Nil tahtı Hiskos denilen yabancılar tarafından çiğnenmişti. Hiskoslar Doğu’dan gelen insanlardı, aynı zamanda ilk yahudiler oluyorlar. Hiyerogliflerin yazdığı gibi: Yabancılar şehirleri yaktılar, kutsalları dağıttılar ve halka büyük bir düşmanlıkla davrandılar. Ön mevki olarak da Avaris kale şehrini inşa ettiler.Modern arkeoloji bu anlatımı özünde kanıtladı. Avaris, Nil deltasının doğu kenarında idi. Viyanalı Manfred Bietak, kalan harabileri yıllardır kazmakta ve sonuç: Hiskoslar 108 yıl iktidarda kaldılar. Krallarından birnin adı Ya’kobher idi ki, şüphe verecek kadar İncildeki kavim babası Yakob’a (Yakub’a) benziyor. Ancak M.Ö. 1550 yılında şehri geri alma çabası başlamış. Tekrar güçlenmiş firavunlar işgalcileri geldikleri çöle geri kovdular. Araştırmacı Maciejewski’nin inandığına göre: “Filisitn’e kovulmuş ve geriye göç etmiş bu kafilelerin hafızlarında, Mısır’da yaşadıkları dönem canlı olarak kalmış olmalı.” diyor ve, Hiskosların son büyük reisleri ve eski yazılarda Kudüs’un kurucusu olarak geçen Şamudi’nin bu efsanenin çıkış noktası olduğundan şüpheleniyor.Fakat bu esnada olaylar çok çarpıltılmış ve hatta tersine dahi çevirilmiş.- Hiskoslar fetihçi olarak geldiler.- Mısır’da kaldıkları süre parlak bir hükğmdarlık idi.- Daha sonra namsız bir geri çekilme oldu.Fakat Tevrat’ta bu üç bölümü tam tersine çeviriyorlar. Orada ibraniler için köleler deniliyor. Musa ile birlikte şerefli halde oradan çıkmadan önce Nil kenarında baskı altında yaşıyorlar.Bu tür çarpıtmalar efsane araştırmacıları tarafından gayet iyi biliniyor. Buna, “Anlatımsal inverziyon” diyorlar: Küçük bir başlangıç çok parlak olarak değiştiriliyor ve aşağılayıcı son daha da vurgulanıyor. Maciejewski şöyle diyor: “Millyetçilikte rencide olan, her zaman halkların sinir sisteminin düğüm noktaları olmuştur.” Ve dolaysıyla M.Ö. 9 ve 8. yy yahudi milletinin oluşmaya başlaması ile hikaye ona göre değiştrilmiş ve gururlu bir kuruluş mitos’u olarak anlatılmış.Ancak: Musa kimdi? Musa gerçekte yaşadımı? İncil´in önümüze koyduğu çarpıtma ve saptırma kargaşası arasında gerçek daha tespit edilebilirmi?Yinede: Filsitin dışında da Musa biliniyordu. İskenderiye ve M.Ö. 4. Ve 3. yüzyılda hellenik Mısır’da din icatsısı (Musa) üzerinde çok yoğun dedikodular ortalıkta dolaşıyordu. Antik çağ’da toplam sekiz yazar ondan bahsediyorlar. Yazarların anlatımlarında ancak Musa korkunç bir ışık olarak anlatılıyor. Onu cüzzam ve cilt hastalarının reisi olarak anlatıyorlar. En korkunç hikaye ise mısırlı tarihçi ve rahip Manetho’nun (M.Ö. 280 dolayı) anlattığı hikaye. Kendi zamanından 1000 yıl önce cereyan eden bir dehşet döneminden anlatıyor. Yazara göre o zaman memleketin üstünde bir lanet varmış. 80.000 cüzzam hastası Doğu çölü’nde köle olarak çalışıyorlarmış. Firavun onlara Avaris’te bir cüzzam kolonisi kurmayı müsade etmiş. Cüzzamlı köleler Aton kültünün bir merkezi olan Heliopolis’li bir rahibi kendilerine reis seçmişler. Bu rahibin adı: Musa.Musa eski tanrılara tapınmayı yasaklar. Mısırlıların kutsal hayvanlarını kesmişler ve nihayet Musa Avaris’in etrafını çevirir ve Hiskosları yardıma çağırır. Onlarla beraber Musa Mısır üzerinde bir dehşet ve şiddet hükümdarlığı kurar ve Mısır’ın tanrısal yapılarını mutfağa çevirir. Kutsal hayvanları kebap yapar ve tapınağı da tahrip eder.

Asmman için durum böylece çok açık. Tarih eski bir travma etrafında dönüyor ve Eknaton ve Hiskosların altında işlenmiş günah ve küfür zamanı’nı muğlak bir şekilde üst’e çıkarıyor. Bu bağlamda cüzzam hastalığı sadece kültik kirliliğin bir simgesidir. Ve bunların ortasında: Musa.Asmann bunun sadece bir hafıza izi olduğunu sanıyor. Çünkü tasavvur ve hayel gücüne gem vuracak resmi bir krallar listesi olmadığından, mısırlılar lanetledikleri ve dikkat dışı bıraktıkları rafizi firavun’u (Eknaton) bir canavar haline çarpıtıp adını da Musa koymuşlar. (Bir başka deyişle, mısırlılar Eknaton’a duydukları kötü hisleri ve onun zamanında kendilerine göre yaşanmış kötülüklerin hepsini Musa isminde birleştirmişler. Böylece Musa aslında firavun Ektanon dur denilmek isteniyor – darwinist)Kanadalı ejiptolog Donald Redford hatta o kadar iler gidiyor ve Manethos’un Musa efsanesinden bazı detayları Eknaton’un yaşamı ile bizzat bağlaştırıyor. Bilindiği üzere Mısır’ın Aton guru’su (Eknaton) Doğu çölünde köleler için bir yoğunlaşma kampı kurmuştur. Manetho’ya göre Musa’nın şiddet ve terör iktidarı 13 yıl sürmüştür – Enkaton’un Amarna iktidarı da 13 yıl sürmüştür.Bütün bunlar şu düşünceyi mümkün kılıyor: Lanetlenmiş ve unutulmuş firavun, mısırlıların kolektif hafızasında Musa olarak yaşamaya devam etti. Halk ağızı Amarna dönemindeki gerçek olayları dehşet ve kültük kirlilik hatıraları olarak en kötü şekliyle hafızasında tutuyordu. Eknaton zındıklığın ta kendisi olarak tanınmıştır.Buna karşın ilk yahudiler ise ki, onlar da Amarna güneş ayaklanmasını bizzat yaşadılar, guru’yu (Eknaton) bir deha olarak biliyorlardı. Eknaton/Musa korkulu hikayelerini kendilerine maledip ve fügürleri kendi dini amaçlarına göre renklendirdiler.Sinai masalının büyük bölümünün propaganda ve sahtekarlığa dayandığından artık hiç bir Eski Ahit uzmanı şüphe etmiyor. Bu meslek grubunun mensupları biliyorlar ki, monoteizm’e giden yol İncil’in anlatmak istediği gibi dümdüz değildi.

Kazılarda elde edilen bulgular gösteriyor ki, daha M.Ö. 900 yıllarında ibraniler henüz totemizm’e bağlaydılar. Yahve’ye iklim ve bereket tanrısı olarak hürmet ediyorlardı ve tanrı’nın cinsel suretini adım adım geriye ittiler. Olayların tarihi aslı üzerinde İncil’in kendisinde de açığa vurucu izler var. Batı samilerinin sayısız kavim efsaneleri kitabın içinde birbirine girmiş ve yoğunlaşmış. Bu esnada çok eski hikaye çekirdekleri ve ilaveler kalmış. Örneğin, Ateş dağında Musa ile Allah’ın karşılıklı sohbetlerinden sonra Musa öyle bir parlak ışığa bürülmüş ki, halkın gözleri kamaşmış. Musa, Allah’ın nurunun bir suretidir. Araştırmacı Reik bu sahneyi, şamanı’ın totem hayvanının postunu giydiği bir ritüelden “artık kalan görüntü” olarak değerlendiriyor.Bu gelişmenin sonunda fakat yahudiler Allah’larını devasa boyuta ve suretsizliğe yükseltmişlerdi. Buz gibi ve uzak bir yerde inananların üzerinde tahtında oturuyor. “Benden önce hiç bir Tanrı olmadı ve benden sonra da hiç bir Tanrı olmayacak” diye peygamber Yesaya Babil tapınağının ayağına M.Ö. 530 da yazmış.Artık tek tanrı inancı tamamen yerine oturmuştu.Yesaya, etrafı yabancılığa bürünmüş, terk edilmiş, yalnız ve çareszdi. Sürgünde olan yahudi halkı çözülme tehlikesi ile karşı karşıya idi. Musa 5. Kitabın tanıdğı tek bir korku vardır: Unutmak, unutulmak. Kendini dinleyenler bu uyarıyı defalarca tekrarlamıştır. Çünkü unutmak demek, örf ve adetleri kaybetmek ve geldiği ve tekrar ger gideceği memleketini düşünmeyi bırakmak demektir. Dolaysıyla sürgünler kendi aralarında kaldılar.Şabbat’ın kutsallığını korumak, temizlik hükümleri ve yemek içmek tabuları, hepsi de oluşturuldu, geliştirildi. İsrail, ebediyetin sancağı altında toplandı. “Köle evi” Mısır düşüncesi artık şimdi tam anlamıyla şekillendi. Rahiplerin parolası: Başınızı eğmeyin. Biz daha önce de çamura batmıştık ve kurtulduk ve memleketimize muzaffer olarak geri döndük.Gerçekte M.Ö. 516 yılında ezilen bu halk için memleketlerine dönmek fırsatı çıktı. Pars Dünya imparatorluğu’nun çok cömert hükümdarı Kiros, sürgünde olan yahudilerin memleketlerine geri dönmesi için müsade verdi. Artık Yahve’nin adamları tam olarak dümenin başına geçtiler küçücük pars vilayeti “Yahud”ta kendi fikirlerine göre olan gerçek din’i geçerli kıldılar. Bu din bir Baba din’i idi ve bir çok dehşet ve şiddet işaretleri içeriyordu.Artık asıl şimdi rahipler, yahudi ruhunu bugüne dek simgeleyen işi sahnelemeye başladılar. Bebeklerin sünnet edilmesi Allah ile aralarında yapılan ahit’in anlaşmanın) sembolü konumuna yükseltildi: “Ve Yoşua taş’tan bir bıçak yaptı ve ‘Ön derilerin tepesinde’ İsraillilerin ön derilerini kesti.” diyor İncil. Ancak ondan sonra kutsal topraklara ayak basma müsadesi alabildiler. Bu nişan ile, bu yara ile Yahve ile yapılan “evlilik” artık geri dönülemez bir şekle sokuldu. Onların öncüsü olan firavun Eknaton sadece 17 yıl dayanabildi fakat Allah’ın oğulları her türlü mürteye ve zındıklığa karşı bağışıktı. Allah’ın dinden çıkanları ne kadar korkunç bir şekilde keserek cezalandıracağını anlamak için sadece erkekliklerine bakmak yeterlidir.En son olarak da kendilerini hareketin başına geçiren son bir hile daha yaptılar. Tamamen çarpıtılarak Musa’yı (Mısırca=çocuk) monoteizm’in ilk başladığı yere götürdüler ve tahmin edilebilir ki, böylece moteist din’in icat ve miras hakkının yahudi kültüründe kalmasını sağladılar. (Bir başka deyişle yahudiler Eknaton’un monoteist fikrini kendilerine malederek, ilk monoteist kavimin kendileri olduklarını öne sürüyorlar)


Her şeye rağmen Orta Doğu bunlardan 2500 yıl sonra hala bir barut fıçısına benziyor. Dindeki gerçek ve yanlış’ın musevi usulü ayırımı Şark ve Garp’ta aynı şekilde mevcut ve bu ruhani kültürel alan müşterek olduğundan bunun içi düşmalıkla doludur. Bölücü bir balta dır.Teologların çoğu farklı fikirdeler. Teolog Lukas Bormann “Assmann bizi sarstı” diye gerçi itirafta bulunuyor ve yine İncil’in radikal bir telaffuzu olduğu ve bir çok polemik içerdiğini söyledikten sonra, “Fakat bunun sebebi, yazıların neredeyse hepsinin güçleri elinden alınmış yahudi elitler tarafından yazılmış olmasıdır.” diyor.Ancak, işte tam bu güçsüzlük ve çektikleri eziyetin yahudileri ahlaken yücelttiğini söylüyor Bormann. “Tüm insanlığa örnek olarak bu yahudiler köleliğe ve ezilmeye karşı seslerini çıkarmışlar ve insanın genel barış özleminin sesi olmuşlardır”, diye devam ediyor.Bunu Assmman da inkar etmiyor. O da yahudi ruhunun başarılarını başkalarından daha iyi bilmekte.En son kitabında şöyle yazıyor: Yahudilerin gayesi hiç bir zaman insanın hataları konusunda (hataları yüze vurmak) olmamıştır. Gaye, insanın temel yaşamsal günahkarlığı, faniliği ve Tanrı’dan uzaklığı dır. Bunlardan yola çıkarak pişmanlık ve şimdiye kadar yaşadığı günahkar yaşamdan geri dönme talepleri doğmuştur.Pişmanlık ve geriye dönüş- kutsal yazının derin talebidir. İncil’de 51. mezmur bununla bağlantılı insanın kendine dönüşünü çok açık ifade ediyor: Allah’ın en çok sevdiği kurban, kızgın bir uh, kırılmış ve ezilmiş bir kalptir.

Matthias Schulz

Hiç yorum yok: